Şeytanlar Bile

İngiltere’de yaşayan Somali’li fakir bir kadın, yardım almak için bir radyo istasyonunu arar. Bu radyo programını dinleyen ateist bir İngiliz, bu Müslüman kadınla dalga geçmeye karar verir ve kadının isim ve adresini aldıktan sonra sekreterini çağırarak ona büyük miktar gıda ve yardım malzemeleri alıp kadına götürmesini ister. Ve sekretere; “Eğer kadın gıdayı kimin gönderdiğini sorarsa, ona şeytandan olduğunu söyle” diye emreder. Sekreter, kadının evine geldiğinde, kadın mutlulukla gelen malzemeleri kabul eder. Sekreter ona: “Bunları kimin gönderdiğini bilmek istemiyor musun” diye sorduğunda; Fatima isimli okuma yazma bilmeyen bu kadın malzemeleri gönderen ateist İngiliz düşünürü Dr. Timusi Vinter’in Müslüman olup adını Abdülhakim Murad olarak değiştirmesine vesile olacak şu hârika cevâbı verir : “Hayır, ilgilenmiyorum. Çünkü ALLAH bir şeyin olmasını istediğinde şeytanlar bile ona itaat eder” der.

Ye Diplomam Ye

İnsanlar okulu bitirdikleri zaman bir yerlere gelebileceklerini sanıyorlar. İyi bir okuldan bir şey öğrenmeden diploma almak istiyorlar. Çünkü bunun sayesinde birileri onları seçecek; iyi işlere girecekler ve para kazanacaklar. Ve de “ye kürküm ye” hesabı “ye diplomam ye” diye sofraya çökecekler. 

Bunun bir masal olduğunu okulu bitirince anlayacaklar. Bilmenin, öğrenmenin dışında başka çıkış yolu olmadığını elbet bir gün görecekler. Okulda sınıfta kalmasalar, hayatı geçemeyecekler. Tüm yaşamı bir okul olarak görmedikçe, öğrenmenin sırrına varmadıkça hiçbir yere varamayacaklarını belki de zor yoldan bir gün anlayacaklar.

Vardır Bir Hayır


Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: “Bunda da bir hayır var!”

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi: “Bunda da bir hayır var!” Kral acı ve öfkeyle bağırdı: “Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?” Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü şeyler geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı. “Haklıymışsın!” dedi. “Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.” “Hayır,” diye karşılık verdi arkadaşı. “Bunda da bir hayır var.” “Ne diyorsun Allah aşkına?” diye hayretle bağırdı kral. “Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.” “Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene?”