Leyla ile Mecnun

leyla-ile-mecnun

Tamam, o zaman vazgeçiyorum adımdan. Romeo değilim artık sadece Mecnun’um. Basit bir Mecnun. Zaten anlatamam ki ben derdimi öyle. Gözlerine bakıp konuşamam ki ben. Seni ilk gördüğümde ne oldu biliyor musun? Bir portakal kokusu geldi burnuma. Tanışmıyormuşuz gibi ama biliyormuşuz gibi de bir taraftan. Yazın pazarda su satarken ben, sen annenin elini tutuyormuşsun. Elma seçiyormuşsunuz beraber. Ya da ne biliyim resmi bir geçitte bir okul bahçesinde mesela, ben senin arkanda duruyormuşum. Senin pembe tüylü tokana bakıyormuşum. Sen de hemen önümdeymişsin. Oradaymışız. İnsanın bütün geçmişini değiştiren bütün geleceğini bilinmez kılan, söylesene bana kimsin sen?

Sen sensin Romeo olmasan da. Hem Romeo nedir ki? Ne bir eli erkeğin, ne ayağı, ne kolu, ne yüzü, ne bir başka parçası… Adın ne önemi var ki? Şu gülün adı olmasa kokmaz mı aynı güzellikte? Vazgeçiyorum o zaman Capulet olmaktan ben. Duy beni ey gece! Mecnun, bundan sonra lastikçi Ömer’in kızı Leyla olarak tanı beni sadece.

Aşık-ı Sadık Menem

asik-i-sadik-menem

Mende Mecnundan füzun aşıklık istidadı var,
Aşık-ı sadık menem Mecnun’un ancak adı var.

Kıl tefahür kim senin hem var ben tek aşıkın,
Leyla’nın Mecnun’u Şirin’in eğer Ferhad’ı var.

Ehl-i temkinem meni benzetme ey gül bülbüle,
Derde sabrı yok anın her lahza bin feryadı var.

Öyle bed-halem ki ahvalim görende şad ol,
Her kimin kim dehr cevrinden dil-i naşadı var.

Gezme ey gönlüm kuşu gafil feza-yı aşkta,
Kim bu sahranın güzer-gahında çok sayyadı var.

Ey Fuzuli aşk menin kılma nasihten kabul,
Akıl tedbiridir ol sanma ki bir bünyadı var…

 

Bende mecnundan daha fazla aşıklık özellikleri var,
Sadık olan aşık benim, Mecnunun sadece adı var.

Ben senin aşığınım ki bununla övünmelisin,
Nasıl Leyla’nın Mecnun’u, Şirin’in Ferhad’ı var.

Aklım başımda ey gül beni bülbüle benzetme,
Onun derde sabrı yok her an feryadı var.

Öyle kötü haldeyim ki halimi görenler mutlu olur,
Zamanın çarkından kimin neşesiz bir gönlü var.

Ey gönlümün kuşu, aşk aleminde boş boş gezme,
Çünkü bu alemin her yolunda birçok avcısı var.

Ey Fuzuli! Aşkı yasaklayan nasihatçıya uyma,
O aklın tedbiridir sanma ki onun bir temeli var.

Gül ile Bülbül

gul-ile-bulbul.jpg

Zamanın birinde bir bülbül, güle meftun olmuş. Ama ne meftun. Bülbül gülü, bağrından akan kanıyla, canıyla beslemeye başlamış. Gözyaşlarıyla sulamış. Gülse kırmızı gonca gonca açmaya başlamış…

Bir gün göklerde uçan kartal gülü görmüş, güzelliğine vurulmuş. Gelmiş gülün yanına açmış derdini, gül de kartalı sevmiş…

Eee, kartal bu göklerin efendisi, güçlü kuvvetli. Yanı başında aşkından biçare öten bülbülcüğü unutmuş. “Gitme, kal!” diyen bülbülcüğü duymadan dağların tepesine doğru kartalın ağzında yükselmiş. Gül gidince bülbül harap, bitap düşmüş. Yemez, içmez, ötmez olmuş…

Kartal gülü dalından koparınca, güzelliği günden güne solmaya başlamış. Kartal da zamanla bakmaz olmuş gülün solgun yüzüne, kartalın sevgisi sadece gülün güzelliğineymiş çünkü. Gül anlamış ki onu bu kadar güzel yapan, bülbülün fedakarlığı, aşkıymış…

Bin pişman olmuş bırakıp gittiğine. Dönmek istemiş bahçesine. Kartal da bırakmış bahçesine. Gülü gören bülbül solan rengin, güzelliğin gitmesine aldırmamış. Gül tutunmuş toprağına, garip bülbül konmuş yanı başına…

Eskisi gibi bağrına dikeni saplaya saplaya canıyla kanıyla beslemiş gülü. Gül güzelleştikçe, bülbül zayıflamaya başlamış, bitap düşmüş. Çünkü gülü yaşatmak için her zamankinden daha çok vermiş kendi kanından canından…

Bir sabah gül alev gibi kıpkızıl bir gonca olarak açmış, bir de bakmış ki yanı başındaki küçük bülbül can vermiş. Bülbül sevdiği yaşasın diye kendi canından geçmiş meğer. Gül o gün anlamış ki aşk, bülbül gönüllülerin işi. “Bülbül gibi yanmayacaksan, canından geçmeyeceksen aşk meydanına çıkmayacaksın,” deyip öyle bir ah etmiş ki, kırılmış dalı bülbülün yanına düşüvermiş gül goncası…